12 Haziran 2014 Perşembe

Mümtaz'er Türköne - İslâmcılar yolsuzluk yapar mı?

İnançlarımızın kök saldığı, her iki dünyamıza da rehberlik ettiği vasî ve asûde dünyadan; fırtınaların koptuğu, gücün, enaniyetin, rekabetin ve hırsın hakim olduğu siyasetin daracık dünyasına uzanan kısa bir yol var.
Hayrettin Karaman bu yolun başında trafik polisi gibi yol kontrolü yapıyor, kurallar koyuyor ve siyaseti güyâ “İslâmîleştiriyor”. Mesafe kısa olduğu için görüş alanı dar. Mevcut otoriteye neden ve nasıl itaat etmeniz gerektiğini, kamu malından (yani başkasının cebinden) hayır-hasenat işlerine yapılan bağışın meşruiyetini, “yolsuzluklar araştırılsın” demenin niçin bir iftira suçu oluşturduğunu ve insanı nasıl günahkâr yaptığını belirliyor ve bize “yegane doğru istikameti” gösteriyor. Siyasetin bütün hararetli münakaşa konuları için ayrı ayrı kesin doğrular var ve Hoca ilmine eklediği Allah vergisi bir ilhamla tamamını hakkıyla biliyor.
Aslında Hayrettin Karaman vak’ası, İslâmcıların dinî rükünleri banâl bir muhakeme ile nasıl dünyevî siyasetin basit bir aracına dönüştürdüğünü gösteren çarpıcı bir örnek. İslâmcılar genel kural olarak fakihler ve hakimler arasından çıkmaz. Hoca bir istisna ve mesafeleri kısaltan cesareti, modern hayatın beşerî kavramları ve sistemlerine dair cehaletinden geliyor. Hem İslâmcıların hem de âlim adaylarının ders çıkartması lâzım.
İslâmiyet ile İslâmcılığı özdeş tutmak, İslâmiyet’in siyasî rekabet alanının tamamını kapsayan amir hükümler içerdiği iddiasına dayanıyor. Bu sadece bir iddiadır; ancak bu iddianın altını modern kavram ve kurumlarla doldurmaya kalktığınız zaman dini siyasî alanda dünyevî bir güce, daha doğrusu ideolojik cephaneye dönüştürmüş olursunuz. Alın kitabın tam ortasından Hoca’nın kaleminden çıkma bir örnek: Siyasal teorinin merkezinde itaat kavramı var ve “Bu itaat kavramı bize İslâm’ın siyaset teorisinde, siyasetin aşkın referansını veriyor; İslâm’da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum ilişkisi ve devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, denetleme, yürütme, yargı gibi bütün ilişki ve fonksiyonların bir İlâhi referansa bağlı olduğunu ve Allah’a itâat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceğini gösteriyor.” (Devlet, demokrasi, çoğulculuk ve İslâm, Yeni Şafak 15.5.2014) Bir fıkıh âliminin kaleminden çıktığı için, bu iddialı cümleyi ciddiyetle okumanız gerekiyor. Sabredip ikinci defa okursanız iki seçeneğiniz var. Birincisi: “Hoca galiba mühim şeyler söylüyor, ama ne dediğini ben anlamıyorum” demek. İkincisi: “Hoca gerçekten mühim şeyler söylüyor; ama ne dediğini kendisi de bilmiyor.” Peki ne diyor? İslâm’ın bir siyasal teorisi olduğuna göre, bize bir teorisyen lâzım. Kim? Tövbe haşa. Sonra bu teorisyen “din-toplum” ve “fert-toplum” ilişkisini de “siyaset mekanizması”nin içine yerleştirecek ve “yürütme-yasama-yargı” erkleri dışında “devlet kavramı” içinde bir “denetleme” fonksiyonu icat edecek. Biri çıkıp, “bu fonksiyonları üçe ayırmamızın sebebi zaten denetim” diye itiraz etmezse, hepsi toptan “ilâhî referansa” bağlanacak. Bu kadar iri bir cümleyi söyleyebilmek, siyasetin kirli gündemine bakıp birilerini “günahkâr” ilan etmek için yeterli mi?
...
devamını okumak için tıklayınız





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder