12 Haziran 2014 Perşembe

Böyle bir kalekolu ancak işgal kuvvetleri yapar! - Ergun Babahan

Hükümet, daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan bir yandan PKK lideri Abdullah Öcalan ile barış süreci yürütüyor, diğer yandan da bölgeye örneklerini Amerikan filmlerinde gördüğümüz dev kalekollar yapıyor. Kalekollar, PKK’nin sürpriz baskın yapmasının önüne geçecek şekilde tasarlanıyor, ayrıca dev betonarme tahkimatla, burada görevli personelin muhtemel bir saldırıda can kaybını en aza indirmeyi amaçlıyor. Açık söylemek gerekirse, bir devletin kendi topraklarında, kendi yurttaşlarından korunmak için yapacağı cins yapılar değil bunlar. Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta inşa ettiği türden binalar.
Eğer iktidar, Öcalan ile sürdürdüğü görüşmeler sonucunda gerçekten barışa ulaşmayı hedefliyorsa, bölgedeki sayılarının 1200’ü bulacağı iddia edilen bu korunaklı dev yapılara neden ihtiyaç duyuyor? Ya barış süreci diye adlandırdığı görüşmelerin sonucundan bir şey çıkmayacağını biliyor ve çatışmasızlık sürecini askeri yapılanmayı arttırarak değerlendirmeyi amaçlıyor ya da PKK’nın gerçekten barış yapma niyetinde olmadığını görüp önlem alıyor. İki halde de hem Türkiye halkına, hem Kürtlere yalan söylemiş oluyor. Evet, barış süreci zorlu, ileri-geri hamlelerle dolu bir yoldur. Her şey bitti derken barışa ulaşabilir veya tamam bu iş oldu derken aşılması güç sorunlarla karşılaşabilirsin.
Ama masaya oturduğun andaki niyetin önemlidir. Gerçekten barışa ulaşmak için mi bir müzakere sürdürüyorsun, yoksa zaman kazanmak için mi!
Şimdi PKK’nın bölgeye, yönetim biçimine ilişkin talepleri ortada. Yerinden yönetim, eğitim, zabıta gibi hizmetlerin bölgeden sağlanması gibi, Batı’daki örneklerde gördüğümüz cinsten talepleri var.
Ama karşılarında Kars’taki heykelden Taksim’deki parka kadar her konuda müdahil olan, karar alan, uygulatan bir siyasetçi var. Tüm amacı yetki alanını genişletmek, mümkünse tek elde toplamak. Böyle bir siyasi aktörün, bölgeyle birlikte Türkiye’nin genelindeki denetimi, bununla birlikte gelen rantı kaybetmeye hazır olduğuna inanmak bugüne kadar yaptıklarına bakınca bana pek inandırıcı gelmiyor doğrusu.
Ayrıca, uzun zamandır Türkiye’nin Batısı’nda anti-demokratik uygulamalarını artırmış, medyayı susturmuş, Meclis’i kendi noteri haline getirmiş, karar alırken bırakın muhalefeti kendi partisini bile dikkate almaz hala gelmiş bir siyasi kimlikten bahsediyoruz.
Her talebinizi kendi yetki alanına müdahale olarak gören ve her fırsatta size haddinizi bildirmeye kalkan bir lider. Amacı da Sunni inancı üzerine kurulu bir toplum yaratmak.
Barzani ile vardığı enerji anlaşmaları sayesinde PKK’nın elini zayıflattığını, zamanın örgüt aleyhine işlediğine ikna olmuş, yıllardır açıklayamadığı bir demokratikleşme paketiyle bugüne gelmiş bir aktör. Söylemleriyle hem Türkiye’nin milliyetçi kesimini denetimde tutmayı, hem de ‘‘Kürt kardeşim’’ benzeri sözlerle Kürtlerin gönlünü almayı amaçlayan ve şimdi ki hedefi bu yolla Çankaya’ya çıkmak olan bir genel başkan.
Hem Kürtlere barış ve kardeşlik mesajı vermekte, hem de Tokat’ta olduğu gibi, faşizan grupların kalkıştığı linç girişimlerine destek vermekte sorun görmeyen bir lider. İlkeyle değil, ‘‘Bana ne yarar’’ düşüncesiyle hareket eden bir Şark politikacısı.
...
Devamını okumak için Tıklayınız 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder