22 Ocak 2015 Perşembe

Gerçek İslâm nedir? TAYFUN ATAY - 22/01/2015

Charlie Hebdo olayının artçı sarsıntılarını biz en çok kendi içimizde hissettik. Bunların en önemlilerinden biri de işte bu 'gerçek' İslâm tartışması... Bu, beyhude bir tartışmadır. Hele ki bu tartışmanın 'din uleması' marifetiyle nihayete erebileceğini sanmak, beyhudelikten öte yangının benzinle söndürülebileceğini sanmaya eşdeğerdir.
Ortadoğu-Orta Asya İslâm etnografyası çalışmalarının en önde gelen isimlerinden antropolog Dale Eickelman, bu alana gönül vermiş herkesin çığır açıcı olduğunu kabul ettiği önemli eserinde Fas’ta bir kadı ile arasında geçen bir konuşmayı aktarır.

Kendisine Müslüman diyen herkesin Kuran’ı anlayamayacağını, onun içindeki sözlerin büyük-yüce sözler, Allah’ın sözleri olduğunu belirten kadı, şeriatı veya ‘doğru yol’u bilmek açısından sünnet ve hadislerin ve de icmanın önemini vurgular. Sonra da (söylediklerini sembolik mahiyette daha anlaşılır kılma yolunda olsa gerek) bir kâğıdın üzerine iki paralel çizgi çizer ve bu çizgiler arasında kalan her şeyin uygun, çizgilerin dışında kalanların ise İslâm açısından kabul edilemez, izin verilemez olduğunu antropoloğa söyler. (D.F. Eickelman, ‘The Middle East and Central Asia – An Anthropological Approach’, 1998 [3. baskı], s. 256.)


Tabii ki ‘antropolojik’ dikkat, bu ‘doğru’ İslâm’ın çizgilerini çekenin bizzat kadı efendi olmasına yönelecektir!..

Charlie Hebdo katliamı sonrasında televizyonlarda ekranın alt kısmına ‘Gerçek İslâm’ yazısını oturtmuş bilumum tartışma programlarında ha bire konuşan, konuştukça tabloyu netleştirmek veya sadeleştirmek yerine daha da karmakarışık bir yumak haline getiren muhterem ve muhtelif zevata baktıkça aklıma hep o Fas’lı kadı ile onun kâğıdın üzerine çizdiği çizgiler geldi. Hemen hepsi yekdiğeriyle ihtilaf içerisinde, yer yer ciddi ve kırıcı münakaşalara da giren ilahiyatçılarımızın ‘çizdikleri çizgiler’den adeta karalama defterine dönen ekranlara içim sızlayarak baktım.

Görüntüdeki o karalama defterinin altında ‘Gerçek İslâm’ yazısı yer almaktaydı çünkü!..

Charlie Hebdo olayının artçı sarsıntılarını biz en çok kendi içimizde hissettik. Bunların en önemlilerinden biri de işte bu ‘gerçek’ İslâm tartışması…

Bu, beyhude bir tartışmadır. Hele ki bu tartışmanın ‘din uleması’ marifetiyle nihayete erebileceğini sanmak, beyhudelikten öte yangının benzinle söndürülebileceğini sanmaya eşdeğerdir.

Bu işin içinden ‘teoloji’ ile çıkmazsınız. Tarihsel olarak tecrübeyle sabittir ki her âlim, kendi bilgi ve yorumunu gayet ‘insani’ bir motivasyonla, kendi yetkinlik düzeyini kanıtlama iştiyakı ile öne çıkartacak ve ‘Kitab’ın bilgisine sahip olmaktan kaynaklanan ayrıcalık, başkalarının ‘yanlış’, kendisinin ‘doğru’ olduğunu gösterme yolunda ‘Kitab’ı kullanmaya kadar varacaktır.
Zaten yaklaşık iki haftadır da olan budur. İlahi metin, ‘insani otorite’ arayışında araç kılınmaktadır.

Nalıncı keseri gibi kendimize yontmaya çalıştığımız düşünülecektir, varsın düşünülsün: Bu meselenin esas ele alınması gereken alan (söz başında ima ettiğimiz üzere) antropoloji ve sosyolojidir. En azından ‘gerçek’ İslâm tartışmasının nafileliğini anlamak açısından böyledir.

Çünkü İslâm, pratikte ‘çoğul’dur! Kızıp öfkelenseniz de, sövseniz de, dövseniz de Endonezya’dan Fas’a kadar uzanan, Müslümanlarla teksif olmuş coğrafi şeritte ‘toplumsal gerçeklik’ itibarıyla karşımıza çıkan İslâm değil, ‘İslâmlar’dır.

(Mısırlı merhum antropolog, aynı zamanda samimi ve dindar bir Müslüman da olan Abdul Hamid El-Zein’in ilk kez 1977’de kullandığı ‘İslâmlar’ tabiri, bu dini anlama ve yaşama açısından söz konusu çokluk ve çeşitliliklere vurgu yapma yolunda işlerliğe sokulmuştur.)

Buna bağlı olarak bölgeler bazında da, ülkeler bazında da, ülkelerin içinde farklı yerler, çevreler, ekoller, anlayışlar bazında da ‘Kitab’ın bilgisine sahip nice uzman, ne yazık ki “Aldı sazı eline” misali, eline, daha doğrusu diline Kitab’ı alarak kendi takdim ettiğinin ‘gerçek’ İslâm olduğu kanısı ve iddiasıyla ortadadır.

Bu nedenle tartışmayı ilahiyat alanından ‘içtimaiyat’ (sosyoloji) alanına ve İslâm’ı anlamak ve anlatmaktan öte ‘iktidar’ı anlamak ve anlatmak noktasına taşımak gerekir.

Burada ancak satır başlarıyla özetleyebiliyoruz: İslâm, Peygamber’inin ölümünden hemen sonra, daha onun naaşı ortada iken ‘iktidar’la yakıcı biçimde tanıştı. Müslümanlar, kimin ‘Emir ül-Müminin’ olacağı kavgasına tutuştular. O noktadan itibaren artık İslâm adına kendi iktidarını insanlar üzerinde tesis etmeye çalışan emirlerin, sultanların, despotların, tiranların ve onların ardından gidenlerin, onlara yanaşma ve yandaş olanların oyuncağı oldu İslâm… İnsanın ‘anlam krizi’ni çözme amacıyla doğuş bulmuş bir din, insanın ‘iktidar krizleri’ne araçsallaştı.

Bugün de aynen öyle. İslâm adına siyaset yapmaya başladığınız andan itibaren (ki bu, diğer bir deyişle İslâm üzerinden iktidar üretmek anlamına gelmektedir) din, tutanın elinde kalacaktır!..
...
devamını okumak için tıklayınız


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder